12 Kasım 2012 Pazartesi

Yunan Adaları

Yunan Adalarına Bir Gezi
Hani bazen gördükleriniz karşısında diler lal olur, sözler biter ya, hani o yerde sadece  zaman konuşur ve size bir tek manzaranın tadını çıkararak anı yaşamak kalır ya, işte öyle bir yerdeyim.
Adaların büyüklüğü, küçüklüğü, yüksekliğinin ne olduğu pek ilgilendirmedi beni temizliğin ve sessizliğin ilgilendirdiği kadar. Alış veriş dükkanlarının önünde çığırtkanlar yok, mağazada sürekli seni arkandan takip eden ve  birşeyleri almaya zorlayan kişiler yok, bangır bangır bağıran ve sözleri birbirinin içine girerek arkadaşınla ne konuştuğunu duymanı zorlaştıran müzik yok. 
 
Yunan adalarına yaptığım geziden bahsediyorum. Kuşadasından hareket ettiğimiz,  Girit, Santorini, Pire, Patnos, Mykonos adalarını dolaşıp yine Kuşadasında son bulan geziden.
 
Gemimiz önce Girit’te  Kandiya limanında demirledi. Girit Adası Ege ve Yunan Medeniyeti´nin ilk ortaya çıktığı yer. Bu medeniyet, buradan diğer adalara, Mora ve Yunanistan´a yayılmış.  Girit, bizim Ali Bey Adası(Cunda) na çok benziyor. İnsanlarıda bizim insanımıza.   Beyaz badanalı evleri, dar sokakları ve tertemiz görüntüsü  ile şirin bir yer. Sahil boyu yürürken rengaren bir çiçek ve gül bahçesi gördük. Biraz yaklaşınca buranın kabristanları olduğunu fark ettik. İnsan ister istemez bizim mezarlıklarla kıyaslıyor. Ölülerine gösterdikleri saygının yüceliğini hissediyorsunuz. Ne kadar temiz ve düzenli. Biz niye bunu beceremiyoruz? Yaşayanlara bile saygımız yok ki ölülerimize olsun. Neyimiz eksik, neden bu temizliği , bakımı ve saygıyı yaşadığımız yere, aynı havayı soluduğumuz  insanlara   gösteremiyoruz. Giritliler 40 çeşit ottan farklı yemekler ve salatalar yapıyorlarmış. Bu gelenek Ege Bölgemizde yaşayan mubadillerin torunlarına kadar gelmiş sanırım.
Pazar günü limana indiğimiz için  her tarafın kapalı olduğu ve gezebileceğimiz yerin de Knosos sarayı olduğu belirtildi. Bizde bir taksiyle gidiş-dönüş olarak anlaşıp orayı görmek için yola çıktık. Zamanımız kısıtlı olduğundan başka araç bulmaya çalışamayacaktık. Türk olduğumuzu söylediğimizde genç olan taksi şoförü bize çok yakın davrandı.  Şoför az Türkçe biliyordu ve anneannesinin de türk olduğunu söyledi. Türkleri sevdiğini ve aynı kültürü taşıdığımızı belirtti. Yunan halkının Türkleri çok sevdiğini ve çok sayıda yunan-türk evliliği olduğunu da ekledi. Ayrıca şunu  da söyledi; “burada kime sorsanız bir Türk’le mutlaka iyi bir anısı vardır” dedi. Bunu duymak gerçekten hoş.
Girit Adasının en önemli eseri Knossos Sarayı. Knossos Sarayında M.Ö 2000 yılının uygarlığını yaşadık. Resim ve figürler hala yeni çizilmiş gibi canlı reklere sahip.  Saray yüzlerce oda ve salona sahip ancak  birkaç parça bir şeyler kalmış.  Her biri yıkık dökük. Yağmur sularının toplanıp şehre dağıtılma sistemleri Romalılara örnek olmuş. Dünyanın ilk çağdaş atık toplama sisteminin kalıntılarının burada olduğu söyleniyor. Sarayı dolaşırken kimbilir kimler, nasıl ve ne şekilde buralarda dolaştı ve hangi korku, sevinç, üzüntü duygularını yaşadı diye düşünüyorsunuz. İnsan ister istemez saniyeler içinde o kadar çok şey düşünüyor ki.
 
 
 
 
Sarayın etrafında şarap yapan evler ve satan dükkanlar var. Hediyelik eşya satan dükkanları dolaşırken kimsenin sizi almanız için zorlamadığı, dükkanın içinde peşiniz sıra dolaşmadığı dikkatinizi çekiyor. Biz alışmışız ya bir dükkan ve mağazada etrafımızda dolaşan kişilere. Göz hapsinde olmamak, yönlendirilmemek, kendi insiyatifinizle rahatça dolaşmanız hoş bir duygu. Dükkanlarda da Türk olduğumuzu söylediğimizde insanlar yarı Türkçe açıklama yapmaya çalışıyorlar ve son derece nazik ve sempatik yaklaşımlar gördük. Acaba gelen tüm kişilere böylemi yaklaşıyorlar merak ettim açıkçsı.
İkinci durağımız Santorini adası, Ege’ nin sıra dışı adası. M.Ö 3000 yılında Minos uygarlığına ait olarak gelişmiş. M.Ö 1450’li yıllarda volkanik patlama sonucu bu volkan adası parçalanmış. Adanın kalbinin denizin dibinde kaldığı ve sık sık depremlerin olduğundan, her an volkanik bir patlamanın olabileceğinden bahsediyorlar.

 
 
Adanın başkenti Thira-Hora. ‘Thira’nın(Hora) volkanik bir patlama ile  yerle bir olduğu ve Minos uygarlığının zarar görmeye başladığı belirtiliyor. Yapılan kazılarda hiç bir insan iskeletinin çıkmaması oldukça ilginç. Bunuda şu şekilde açıklıyorlar. Adalılar, felaketten önce bir kaç volkanik hareket ile uyarılıp zamanında botlara binerek uzaklaşmışlar. Çıkan fırtınada insanların boğulduğu düşünülüyor. Adaya özgü inşa edilmiş evler oldukça ilginç. Evler küçük, kübik ve kireç boyalı. Pek çok penceresi var ve çerçeveler mavi boyalı. Neden mavi diye sorduğumuzda “sivrisineklerin gelmesini önlemek için” dediler. Çatılar özel kaplamalı ve düz. Çatıların etrafı çok küçük setle çevrilmiş. Burada su biriktirip, sulamada kullanıyorlarmış. Çünkü çok az yağmur yağıyormuş. Dolaştığımız hemen tüm adalarda ortak özellik çorak alan ve taş, kaya yığını olması. Fakat öyle güzel inşa etmişler ki o kayaların üzerine yerleştirdikleri beyaz evler tıpkı Bodrum evleri gibi. Volkanik toprağı üzüm bağları ekimi ve küçük domates yetiştirilmesi için elverişliymiş. Fakat üzüm bağları çok bodur. Sebebi de çok rüzgar olduğundan bağların zarar görmemesi için özellikle bodur geliştiriyorlarmış.
Yerleşim yerleri tepelerin en üst noktalarına kurulmuş. Evlerin çok yüksek tepelere kurulma sebebide adanın çok sık korsanların saldırısına maruz kalmasından dolayı, insanların saklanmaya zaman yaratması içinmiş. Çünkü tepeden tüm deniz ve çevredeki diğer adalar  görülmekte. Aşağıdan yukarıya ulaşım teleferik, eşekler ve otobüsle yapılmakta. Fakat halkı bisiklet kullanıyor. Evler çok pahalı. Küçücük bir ev (bir oda bir salon ve mutfak) 400 bin dolar civarı. Thira için köy diyorlar ama hiç bir hayvan pisliği görmedik yollarda. Dışarıda insanlar dolaşmıyor, sessiz ve sakin ve tertemiz. Yunan halkı burayı sayfiye yeri olarak kullanıyormuş. Santorini’de evlerden çok kilise, insandan çok eşek, sudan çok şarap olduğundan bahsediliyor. Burada kilise yapan kişiler bir unvan kazanıp saygı görüyorlarmiş ve kiliselere ayrılan ödenek oldukça fazlaymış bu nedenle kilise sayısı fazla. Bizim diyanete ayrılan ödenek gibi. Thira’da manzara müthiş. Rüya aleminde gibi hissediyorsun kendini. Tüm dünya sanki avuçlarında gibi. Daracık sokaklarında sıra sıra dükkanlar envai çeşit hediyelik eşya ile dolu. Hepsi girintili çıkıntılı sokaklara yerleşmiş ve dolaşırken bir labirentte gibisiniz.  Yine yerleşimin  bu şekilde yapılma sebebi korsanlar. Korsanlar adaya çıkıp tepeye ulaşana kadar insanları dar ve kıvrımlı sokaklardaki evlerine saklanabiliyorlarmış. Ayrıca korsanlar labirent yollarda kaybolduklarından fazla içeriye giremiyorlarmış. Diğer bir ilginç durum ise kumsalındaki kumların siyah renk olması.
 
Biraz da Mykonos Adasından bahsedeyim. 10 mil uzunluğunda, 7 mil genişliğinde bir ada. Mitolojiye göre adadaki kayalar Herkül tarafından oluşturulmuş. Ege adalarının en pahalı adası Mykonos. Öyle ki Temmuz ve Ağustos aylarında kazandıkları para ile neredeyse hayatlarının sonuna kadar idare edebilirlermiş. Kent merkezi yüksek kaliteli ürünleri bulunduran butikler, barlar ve lokantalarla donatılmış. Barlar ve kiliseler yanyana bitişik. Temizlik ve çığırtkanlıktan ve sözleri birbirine karışan müzikten uzak sessizlik buradada hakim. Belirli bir saatten sonra her barın kendi içinde duyulabilen müzikler çalıyor. Müzikleri hareketli ve kanını kaynatan türde. Bu ada aynı zamanda Gey’ların, eşcinsellerin  geldiği bir yer. Sokaklar beyaza boyanmış evleriyle birlikte. Kiliselerin kapı ve kubbeleri  gök mavisi diğer adalarda olduğu gibi. Tüm adaların klasik mimari tarzı demek bu şekilde. Limanın ilerisinde Paraportiani Kilisesi var. Hristiyan hacıların ziyaret ettiği bir yer olmasının sebebi de Apollon’un doğduğu yer olması.  Dolaşırken kiliselere girip birer mum da biz yakıp dileklerimizi diledik.  Fakat adada   iki tane çıplaklar kampı varmış oralara gidemedik.


 
Gördüğümüz güzellikler, kurduğumuz düşler, damağımızda kalan tatlarla ülkemize döndük. Gemimiz Kuşadası’na yaklaştığında gözlerimiz yeşil bir banyo yaptı. Karşımızda duran ve bizi karşılayan yemyeşil orman güzelliği,  adalarda gördüğümüz tüm güzellikleri, damakta kalan tatlarları  hepsini bir tarafta bıraktı.   Kuşadasına indiğimizde yunan adalarında çok az yeşillikle karşılaştığımızı fark ettim. Biz öyle bir cennette yaşıyormuşuz ki vatanıma inince bir kez daha anladım.  Ne kadar güzel olursa olsun yapay cennetten ziyade kendi doğal cennetimizi yaşamak ve korumak önemli. Kıymetini bilmiyoruz ne yazık ki cennetimizin. Öğrenmek için mutlaka kıraç dağ taşa  yerleştirilmiş yapay cennetlerimi görmek gerekiyor?                                                                                    
                                                                                       

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder