28 Aralık 2012 Cuma

Yeni Yıl Hediyesi


      Hediye

     Herkeste bir telaş.  Çünkü yeni yıl yaklaşıyor. O mağaza senin, bu mağaza benim misali hesapsızca ve hızlı bir tüketim içinde koşturmaca.  Bu koşturmaca da sahtelik ya da içtenlik ne kadar?

     Sevdiği ve anımsanmak istediği insanlar için bir şeyler alma telaşı içinde oradan oraya koşturuyor insanlar. Bir hediyeyi almış olmak için almakla, gerçekten istediğin için almak çok farklı iki şey. Hediyeyi almış olmak için alarak sanki bir görevi yerine getirmiş oluyorsun.  Ama gerçekten istediğin için alıyorsan, aldığın ne ise ona yüreğini katıyorsun.
     Kaç kişi yüreğini katıyor acaba aldığı hediyeye? Kaç kişi sevdiğinin zevkine uygun olanı bulmaya çalışıyor? Kaç kişi gerçek zevkini biliyor? Alınan hediye  milyon değerinde olur ama içinde sevgi yoktur. Senden bir şeyler yoktur. O nedenle pek değeri olmaz. Maddi değeri fazla olmayan bir çiçek, bir toka, bir kitap alırsın sevdiğine ama içinde sevgin vardır, ruhun vardır. En değerlisi de odur. Hediye sadece bir günü sembolleştiriyor. Sevgiyi ölçmüyor.

    Paraları yeterli olmadığından birbirlerine hediye almak için çok sevdikleri bir şeyden vazgeçen, böylece birbirlerini ne kadar sevdiklerini ve değer verdiklerini gösteren bir çiftin hikâyesini sizlerle paylaşmak istiyorum.

    Ertesi gün yılbaşıydı. Kocasına hediye almasa kahrından ölürdü. Aynada kendine baktı. Saçları altın renkli bir çağlayan gibi parlayarak ve dalgalanarak dizlerine kadar iniyordu. Yerdeki kırmızı tüyleri dökük halıya bir-iki damla gözyaşı aktı. Genç kadın, gözlerinin yaşı kurumadan kahverengi ceketini kapıp aynı renkteki şapkasını başına geçirdiği gibi eteklerini savurarak kapıdan fırladı. Merdivenleri inip sokağa çıktı. "Her çeşit saç alınır" yazısını okuduğu kuaför dükkanının önünde bir süre bekledi, az sonra içeriye girerek;
- Saçlarımı alır mısınız, diye sordu.
Bayan;  bir bakalım, dedi.
Genç kadın şapkasını çıkardı ve altın renkli çağlayana benzeyen saçları aşağı doğru dökülüverdi. Kuaför bayan, genç kadının istediği parayı vererek güzel bir peruğa dönüşecek saçları hemen kesti.
      Genç kadın iki saat pembe bir bulut üstünde uçar gibi, kocası için istediği hediyeyi bulmak üzere dükkanların altını üstüne getirdi. Nihayet istediğini bulabildi. Güzel, zarif, platin bir saat zinciri... Kıymeti, gösterişli süslerinde değil, desenin sadeliğinde ve kibarlığında idi. Bütün iyi şeyler böyle olmalı diye düşündü. Bu zinciri taktıktan sonra kocası artık saatine nerede olsa bakabilir, daha doğrusu bakmaya heveslenebilirdi. Halbuki şimdi o emsalsiz saate, sıradan bir kayışa asılı olduğundan, gizlenerek bakıyordu.
      Genç kadın eve geldi ve aynadaki aksini uzun uzun dikkatle seyretti.
Kendi kendine "Kocam bu halimi görüp de ilk bakışta beni öldürmezse iyi!" diye
düşündü. Yedi buçukta kahve pişirilmişti. Kocası hiç geç kalmazdı. Genç kadın zinciri avucuna alarak kapının yanındaki masanın başına oturdu. Kocasının merdivenlerin ilk basamağındaki ayak seslerini duyunca bembeyaz oldu. Gündelik en basit şeyler için bile dua etmeyi adet edinmişti. "Büyük Allah'ım, yalvarırım sana, ne olur saçlarımı beğendir!" diye mırıldandı.
     Genç adam kapıyı açtı ve içeri girip arkasından kapadı. Zayıf ve pek ciddi bir hali vardı. Gözleri karısına dikilmişti. Genç kadın bu bakışların manasını anlamayarak korktu. Heyecanla;
- Saçımı kesip sattım. Yılbaşını sana hediye almadan geçiremezdim.
Ne olacak, yine uzar. Affediyorsun değil mi? Unutalım bunu, ne olur! Sana
ne güzel, ne hoş bir hediye aldığımı hayal bile edemezsin, dedi.
Genç adam karısına sarıldı ve pardösüsünün cebinden bir paket çıkararak
masanın üstüne attı.
— Aşkım, aldanıyorsun. Saçını nasıl kesersen kes, hiç fark etmez. Sana olan sevgimde hiç değişiklik olmaz. Paketi açarsan, birdenbire neden şaşırdığımı
anlarsın, dedi.
Genç kadın beyaz parmakları ile kâğıdı yırtıp ipleri kopararak paketi açtı. Açmasıyla feryadı basması bir oldu. Gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Paketten genç kadının bir vitrinde görüp uzun müddettir arzuladığı taraklar çıkmıştı. Kaplumbağa kabuğundan yapılmış elmas kenarlı o güzel taraklar işte önündeydi. Renkleri de saçlarına ne kadar uyuyordu! Pahalı olduklarını bildiğinden hiç ümide kapılmadan unutmuş gitmişti. Hiç beklemediği olmuştu şimdi; ama ne çare ki, bu canım tarakları süsleyecek o güzel lüleler yoktu artık. Nihayet kendini toplayarak kocasının getirdiği hediyeleri bağrına bastı. Gülümseyerek kocasına baktı ve;
- Bir tanem, benim saçlarım çabuk uzar, deyip avucunu açarak sevinçle kendi hediyesini kocasına uzattı.
- Güzel değil mi, bütün şehri alt üst ettikten sonra bulabildim, saatini ver bakalım, yakışacak mı?
Genç adam kendini sedire attı. Ellerini başının arkasına koyarak gülmeye başladı.
- Karıcığım, yeni yıl hediyelerimizi bir kenara koyup bir müddet saklayalım. Bugünkü halimize uygun değil. Tarakları almak için ben de kendi saatimi sattım, dedi.
ikisi de şaşkın halde birbirlerine bakıp kahkahalarla güldüler.
  
    İçten olabilmek, sevdiğin için kendine ait olan parçadan vazgeçebilmek gerçek hediye bu işte. Kaç kişi başarabiliyor bunu? Alınan bir şey alınmış olsun diye, yapılan bir iş yapılmış olsun diye oluyorsa mutlulukta sevgide sahtedir. Bu sahtelik bizi kendi içimizde kendimize yabancılaştırıyor.  Bütün bu  maddi çıkarlar içinde esas olan  içtenliği gerçekleştirebilen ve gerçekte yaşayabilenler en mutlu kişiler  işte.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder