Hediye
Herkeste bir telaş. Çünkü yeni yıl yaklaşıyor. O mağaza senin, bu
mağaza benim misali hesapsızca ve hızlı bir tüketim içinde koşturmaca. Bu koşturmaca da sahtelik ya da içtenlik ne
kadar?
Sevdiği ve anımsanmak istediği insanlar için
bir şeyler alma telaşı içinde oradan oraya koşturuyor insanlar. Bir hediyeyi
almış olmak için almakla, gerçekten istediğin için almak çok farklı iki şey. Hediyeyi
almış olmak için alarak sanki bir görevi yerine getirmiş oluyorsun. Ama gerçekten istediğin için alıyorsan,
aldığın ne ise ona yüreğini katıyorsun.
Kaç kişi yüreğini katıyor acaba aldığı
hediyeye? Kaç kişi sevdiğinin zevkine uygun olanı bulmaya çalışıyor? Kaç kişi
gerçek zevkini biliyor? Alınan hediye milyon değerinde olur ama içinde sevgi yoktur.
Senden bir şeyler yoktur. O nedenle pek değeri olmaz. Maddi değeri fazla
olmayan bir çiçek, bir toka, bir kitap alırsın sevdiğine ama içinde sevgin
vardır, ruhun vardır. En değerlisi de odur. Hediye sadece bir günü
sembolleştiriyor. Sevgiyi ölçmüyor.
Paraları yeterli olmadığından birbirlerine
hediye almak için çok sevdikleri bir şeyden vazgeçen, böylece birbirlerini ne
kadar sevdiklerini ve değer verdiklerini gösteren bir çiftin hikâyesini
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ertesi gün yılbaşıydı. Kocasına hediye
almasa kahrından ölürdü. Aynada kendine baktı. Saçları altın renkli bir çağlayan
gibi parlayarak ve dalgalanarak dizlerine kadar iniyordu. Yerdeki kırmızı
tüyleri dökük halıya bir-iki damla gözyaşı aktı. Genç kadın, gözlerinin yaşı kurumadan
kahverengi ceketini kapıp aynı renkteki şapkasını başına geçirdiği gibi
eteklerini savurarak kapıdan fırladı. Merdivenleri inip sokağa çıktı. "Her
çeşit saç alınır" yazısını okuduğu kuaför dükkanının önünde bir süre
bekledi, az sonra içeriye girerek;
- Saçlarımı alır mısınız,
diye sordu.
Bayan; bir bakalım, dedi.
Genç kadın şapkasını çıkardı
ve altın renkli çağlayana benzeyen saçları aşağı doğru dökülüverdi. Kuaför bayan,
genç kadının istediği parayı vererek güzel bir peruğa dönüşecek saçları hemen kesti.
Genç kadın iki saat pembe bir bulut
üstünde uçar gibi, kocası için istediği hediyeyi bulmak üzere dükkanların altını
üstüne getirdi. Nihayet istediğini bulabildi. Güzel, zarif, platin bir saat
zinciri... Kıymeti, gösterişli süslerinde değil, desenin sadeliğinde ve kibarlığında
idi. Bütün iyi şeyler böyle olmalı diye düşündü. Bu zinciri taktıktan sonra
kocası artık saatine nerede olsa bakabilir, daha doğrusu bakmaya
heveslenebilirdi. Halbuki şimdi o emsalsiz saate, sıradan bir kayışa asılı olduğundan,
gizlenerek bakıyordu.
Genç kadın eve geldi ve aynadaki aksini
uzun uzun dikkatle seyretti.
Kendi kendine "Kocam bu
halimi görüp de ilk bakışta beni öldürmezse iyi!" diye
düşündü. Yedi buçukta kahve
pişirilmişti. Kocası hiç geç kalmazdı. Genç kadın zinciri avucuna alarak kapının
yanındaki masanın başına oturdu. Kocasının merdivenlerin ilk basamağındaki ayak
seslerini duyunca bembeyaz oldu. Gündelik en basit şeyler için bile dua etmeyi
adet edinmişti. "Büyük Allah'ım, yalvarırım sana, ne olur saçlarımı beğendir!"
diye mırıldandı.
Genç adam kapıyı açtı ve içeri girip arkasından
kapadı. Zayıf ve pek ciddi bir hali vardı. Gözleri karısına dikilmişti. Genç
kadın bu bakışların manasını anlamayarak korktu. Heyecanla;
- Saçımı kesip sattım. Yılbaşını
sana hediye almadan geçiremezdim.
Ne olacak, yine uzar.
Affediyorsun değil mi? Unutalım bunu, ne olur! Sana
ne güzel, ne hoş bir hediye
aldığımı hayal bile edemezsin, dedi.
Genç adam karısına sarıldı ve
pardösüsünün cebinden bir paket çıkararak
masanın üstüne attı.
— Aşkım, aldanıyorsun. Saçını
nasıl kesersen kes, hiç fark etmez. Sana olan sevgimde hiç değişiklik olmaz.
Paketi açarsan, birdenbire neden şaşırdığımı
anlarsın, dedi.
Genç kadın beyaz parmakları
ile kâğıdı yırtıp ipleri kopararak paketi açtı. Açmasıyla feryadı basması bir
oldu. Gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Paketten genç kadının bir vitrinde
görüp uzun müddettir arzuladığı taraklar çıkmıştı. Kaplumbağa kabuğundan yapılmış
elmas kenarlı o güzel taraklar işte önündeydi. Renkleri de saçlarına ne kadar
uyuyordu! Pahalı olduklarını bildiğinden hiç ümide kapılmadan unutmuş gitmişti.
Hiç beklemediği olmuştu şimdi; ama ne çare ki, bu canım tarakları süsleyecek o
güzel lüleler yoktu artık. Nihayet kendini toplayarak kocasının getirdiği
hediyeleri bağrına bastı. Gülümseyerek kocasına baktı ve;
- Bir tanem, benim saçlarım
çabuk uzar, deyip avucunu açarak sevinçle kendi hediyesini kocasına uzattı.
- Güzel değil mi, bütün şehri
alt üst ettikten sonra bulabildim, saatini ver bakalım, yakışacak mı?
Genç adam kendini sedire attı.
Ellerini başının arkasına koyarak gülmeye başladı.
- Karıcığım, yeni yıl
hediyelerimizi bir kenara koyup bir müddet saklayalım. Bugünkü halimize uygun
değil. Tarakları almak için ben de kendi saatimi sattım, dedi.
ikisi de şaşkın halde
birbirlerine bakıp kahkahalarla güldüler.
İçten
olabilmek, sevdiğin için kendine ait olan parçadan vazgeçebilmek gerçek hediye
bu işte. Kaç kişi başarabiliyor bunu? Alınan bir şey alınmış olsun diye,
yapılan bir iş yapılmış olsun diye oluyorsa mutlulukta sevgide sahtedir. Bu
sahtelik bizi kendi içimizde kendimize yabancılaştırıyor. Bütün bu
maddi çıkarlar içinde esas olan içtenliği
gerçekleştirebilen ve gerçekte yaşayabilenler en mutlu kişiler işte.