9 Şubat 2013 Cumartesi

Kitap sevenler: Yakında çıkacak olan "Deneme"lerimde pek çok konu üzerinde düşüncelerimi ve pek çok kişinin de düşünüp dile getiremediklerini anlatıyorum. Şiirlerimde ise duygular kelimelerde.  Okumanız ve eleştirilerinizi paylaşmanız 
dileği ile....



30 Ocak 2013 Çarşamba

İçimdeki Sokaklar


           İçimdeki Sokaklar

     Beynimde birbiri ile çatışan bir sürü düşünce var. Her biri içimdeki bir sokaktan geldi biliyorum. Bu nedenle bazen kuşbakışı bakarım içime. Öyle çok sokak vardır ki. Düşündükçe birbirleriyle bağlanıp genişler sokaklar. Her sokak bir başka sokağa açılır. Bazen birbirinden ayrı, birbiriyle kesişen, bazen bir kavşaktan ayrılan, çatallaşan sokaklar vardır.  Günün karmaşası içinde zaman bulamasam da gece yattığımda sorgularım kendimi. İçimin sokaklarında dolaşırım öyle boş, amaçsız, kuşkulu, özlemli. Sizler içinize yolculuk yapar mısınız?
     İçe yapılan yolculuklar bazen güzeldir, bazen korkutur insanı. O yolculukta güzellik sokağında giderken birden çirkinlik sokağı çıkar karşınıza. Sevgi sokağını ararken nefret sokağına dalıverirsiniz. Keşkeler sokağı pişmanlıklara açılır. Kader sokağı vardır birde. Bir yerlere gidersiniz ama hep aynı yere bağlanırsınız. Kaçamaz kabullenirsiniz. Neşe sokağı vardır. Yıllarınıza yıl katar, olmazları oldurur. Kahkaha sokağı pek çok kişinin aradığı sokaktır. Dost sokağı vardır ama çok az insan ulaşır. Oysa çok kişinin kabullenmeyip hep içinde olduğu bir sokak daha vardır, maskeler sokağı. Herkes bir maske bulur orada. Kimse kendi değil olmak istediğidir ama onu da olamaz yapışır üstüne. Af sokağı ise her an bulunmaya hazırdır. Ama insanlar görmezden gelir nedense. Korkar oraya girmekten oysa en çok gereksinim duyulan sokaklardandır. Çünkü insan affederse küçük düşeceğini sanır. Oysa bilse affetmenin de büyüklük ve erdem olduğunu o sakağı çok sever. Affettiği zaman kendini affettiğini anlar aslında ama   kaçar affetmekten. Pek çok kimseyi affetmek kolaydır çünkü, zor olan insanın kendini affetmesidir.  O nedenle insan korkar bu sokaktan, başaramayacağını düşünür çünkü. Dert sokağı pek kalabalıktır. Kimlerin dertleri yoktur ki o sokakta.
    İçimdeki sokaklarda dolaşırken her sokakta bir başka ben bulurum.  Bir sokaktan diğerine nasıl geçmişim şaşırırım. Bazen bir sokağı es geçmişimdir. Öyle mahzun bekler beni. Beklide es geçmemiş görmezden gelmişimdir. Çünkü o sokak acı hikâyemdir. Unutmak istediklerimdir. Unutur muyum? Hayır. Her sokak oraya bağlanır bir yerde. O sokak gittikçe daralsa da hep vardır. Bazen otlar kapatır sokağı ama ben ara ara temizlerim yolları. Çünkü o sokak ta benimdir.
     Sevgi sokağım vardır orada mutluyum. Bütün sokakları ara yollarla bağlamaya çalışırım. Kıskançlık sokağı, utanç sokağı, yalan sokağı önümü keser bazen ama atlatırım. Acı sokağım vardır birde. Kendimi mutlu sokağına attığımda minik depremlerle anımsatır kendini. Belki tatlı sokağının kıymetini bileyim ister.
    Bazı sokaklarım çok yorgundur. Bazılarının taşlarını onarmışımdır. Bazı sokaklarım çiçeklerle bezenmiş, bazıları dikenli tellerle çevrilmiştir.
    Hüzün sokağında uzun yürüyüş yaparsam bunalım sokağına çıkar. O nedenle fazla kalmadan neşe sokağına dalarım. Orada çocukluğum vardır.
    Ama herkesin içindeki sokakların en güzeli aşk sokağıdır. Mutluluk, sevgi, heyecan sokakları buraya bağlanır. Kıskançlık, acı, ihanet sokakları da pek yakınından geçer ama sevgi ve af sokağı onların önlerini keser. Aşk sokağında dolaşırken insanın kanı başka akar, yüreği başka atar. Gözler başka parlar, başka bakar. Aşk sokağının rüzgârı, yağmuru başkadır. Çiçekleri başka kokar. Aşk sokağının mumları hep yanar. En egzotik güller burada açar. Baştan çıkarmaya hep hazırdır aşk sokağı. Aşk sokağında cesaret vardır, özgürlük vardır. Aşk sokağında dolaşırken uyanık olmak gerek. Çünkü aşk sokağını kıskanan sokaklar bir açık bulmak için pusudadır.
     Dolaşın derim ben arada içinizdeki sokakları. Vicdan sokaklarını, keşke sokaklarını, umut sokaklarını, sevgi sokaklarını, yüzleşme sokaklarını, kıskançlık ve öfke sokaklarını.  Ama aşk sokağını sakın unutmayın. Çünkü her şeyi unutup mutlu olduğunuz, içinizde sevgiyi hep ayakta tutan güzel çiçeklerle bezenmiş bir sokaktır o. 

11 Ocak 2013 Cuma

Köy gelişim projesi


     Güzpınarı köyü    2009 Temmuz

    Tarih, köye ilk gidişimin tarihi. Bu tarihten sonra 2 kez daha yani 2 yaz daha gittim köye ve kardeş ailemin misafiri oldum. Köye gidiş öykümü ve izlenimlerimi anlatmak istiyorum.
     Ben internet sayfasında “Farsak Projesi”diye bir link gördüm. Linki tıkladığımda Toroslarda bir köy halkının kendi ürünlerini pazarlayarak köyü kalkındırması çalışmalarını içeren bir yazı okudum. İlgimi çekti. O yaz Adana’ya kız kardeşime gidecektim. Proje kurucusuna telefon ederek Adana’ya geldiğimde kendisi ile tanışmak istediğimi ve köye giderek köylülerle konuşmak, yapabileceğim bir şey varsa yapmak istediğimi belirttim. Seve seve kabul ettiler.
    Yazın   bir hafta sonu tatilimi Mersin’de  denize girmek  yerine Adana’nın bir köyünde köylülerle geçirmeyi seçtim.
     Feke ilçesinin Güzpınarı köyüne gitmek üzere DDY misafirhanesinde Tuncer bey ile buluştuk. Tuncer bey kardeş aile projesini oluşturan kişi. Kendisi Amerika’da uçak mühendisi olarak eğitim almış ve emekli olduktan sonra annesinin köyüne gelerek böyle bir proje başlatmış.
    Köyde kardeş aile ile tanışmak, köyde yaşam koşullarını görmek ve neler yapabilirimi sorgulamak için heyecanlıyım. Adana Vali yardımcısı Mehmet Vali’ninde kardeş ailesi  olduğu bir aileye dahil oldum ve bu nedenle vali beyle tanışmaya gittim. Köyü gördükten sonra kendisine köyle ilgili rapor getireceğime söz verdim.
   Saat 12 gibi köyün muhtarı arabayla geldi. Aldığım hediyelerle arabaya bindim. Adana’nın değişik mahallelerinden köye gidecek yolcuları ala ala Kozan iline, oradan Feke ilçesine ve pek çok köye uğrayarak nihayet Güzpınarı köyüne geldik. Fakat yol boyunca yaşadıklarımı belirtmem gerek.
     Ana yoldan köy yollarına geçtiğimizde, dar toprak yolda ilerlerken manzara nefisti. Toros dağlarının arasında kıvrım kıvrım giden yolun bir tarafı alabildiğine orman. Bir tarafı ise derin bir uçurum. Aşağıya bakınca başı dönüyor insanın. Yol tek aracın geçebileceği darlıkta ve o nedenle arabamız yavaş gidiyor.  Bu sebeple belli saatlerde yola çıkılıyor ki karşıdan gelebilecek bir arabayla karşılaşılmasın. Tüm yol değil tabii ama köy yolları bu şekilde.  Araba bir dönemeci döndüğünde tam karşınızda yükselen bir dağa sanki birden çarpacakmışsınız hissini uyandırıyor. Fakat dönemeci döndüğün an yeşilin her tonunun bulunduğu orman manzarasını karşınızda buluveriyorsunuz.
     Yanımda Göbelli köyünde ineceğini öğrendiğim genç bir kız oturuyordu. Tüm yaz aylarını köyde geçirdiklerini, ara ara Adanaya indiklerini açıkladı. ÖSS sınavına üçüncü girişiymiş. 281 puan aldığını ve sağlıkla ilgili bir bölüm seçmek istediğini söyledi. Hayatıyla ilgili çok karamsar. Yol boyunca sohbet ettik. İnerken “hayatımla ve geleceğimle ilgili kafam çok karışıktı. Bir ışık bekliyordum bir yerlerden. Bu ışık sizmişsiniz. Konuştuklarınızla beni öyle aydınlattınız ki. Şimdi kafam net ve ne istediğimi biliyorum artık” dedi. Ne kadar mutlu olduğumu tahmin edemezsiniz. Birinin hayatına bir ışık olabilmek çok hoş bir duygu.
     Köye, belki başkalarının hayatına da ışık olabilirim düşüncesiyle daha bir heyecanla gittim. Köyde ışığa ihtiyacı olan o kadar çok insan varki. Yaşam koşulları çok zor.

    Köyde Cumartesi, Pazar kaldım  ve şalvar giyip köylülerle birlikte bahçeye, tarlaya gidip onlarla çalıştım. Pazartesi sabah 5 gibi dönmek üzere yola çıktık. Çünkü köyde yaşam çok erken başlıyor. Adana’ya dönerken bahçelerinde yetiştirdikleri ürünlerden birer torba verdiler. O kadar lezzetli fasulye yediğimizi anımsamıyorum. Her şeyleri organik. Ormana götürdüler beni kekik toplamak için. O ne muhteşem bir manzara, o ne kadar hoş koku tanrım. Kendimi ormanda tepeden köye bakarken uçuyormuş gibi hissettim. Oksijen beni fazlasıyla sarhoş etti diyebilirim. Ben köy ve köylüleri, köylülerde beni sevdi.   Çocuklarımı ve kardeşimide onlarla tanıştırmak istiyorum. Çocuklarımın da böyle farklı hayatlar olduğunu görmesi gerekiyor. İnsan ilişkileri sadece bulunduğumuz yerle sınırlı olmamalı. Memleketimizin öyle güzel yerleri, öyle güzel insanları var ki pek
 çoğumuzun tanımadığımız yerlerde.

   İstanbul’a döndüğümde kardeş ailesi olduğum ailenin ilköğretim üçüncü sınıfına giden kızları Nihal için bir bilgisayar gönderdim. Oldukça zeki bir kız çocuğu fakat köy imkanlarında yeterince destek görmediklerinden Nihal ve Nihal gibiler olması gereken yerde olamıyorlar maalesef. Köyde herkes birbiriyle uzak yakın akraba aynı zamanda. O nedenle dünya ile iletişim aracını gönderdim ki bilgilensinler, birbirleriyle iletişimleri artsın, derslerine faydaları olsun. İlçenin kaymakamı ile görüştüm ve internet bağlantısını yaptıracağına söz verdi.
    Sayın Vali yardımcısı Mehmet Bey’e de sunduğum raporu size de aynen yazıyorum ki şartları görün bilgilenin. Benim bir yaz tatilim de böyle geçti işte. Sadece kendimiz için yaşamamak gerek.  Birileri için bir şey yapmanın mutluluk ve hazzı çok farklı.



                                     KARDEŞ AİLE RAPORU
Köyde kapalı ekonomi yapılıyor. Yani kendilerine yetecek kadar üretiyorlar. Çünkü pazarları yok. Yerleşim yeri merkeze oldukça uzak. Köy, Feke’ye 3, Adana’ya 5 saat uzak. Ürünlerini satamadıkları ve elde kaldığı için fazla üretmiyorlar. Eğer ellerinde ürün kalırsa ya birbirleriyle takas yapıyorlar yada hayvanlara yem olarak veriyorlar. Köyde işler genelde imece usulü yapılıyor.
Aile ve köylü unu ve bulguru kendi ürettiği buğdaydan elde ediyorlar.
Et ihtiyaçlarını kurban bayramlarında temin ediyorlar.
Yazlık sebzelerin daha fazla üretilebilmesi için köyün suya gereksinimi var.
Köyün toprağı organik tarım için elverişli ve verimli.
Köyde maddi yetersizlik ve ulaşım zorluğu bulunuyor.
Ulaşım zorluğu eğitim gören çocukları etkiliyor.
Köy geniş ve dağınık. Bu köyde birbirinden aralıklı yerleşmiş 4 mahalle bulunuyor. Bunlar; yeniçeri, belen, orta ve içme(çoban beleni) mahalleleridir.
Karşı yamaçlarda olan mahallelerin birbiriyle iletişimi bir köprüyle sağlanabilir.
Orta mahallede yer alan okulda bir derslik var ve aynı derslik içinde 3 sınıf birden, bir öğretmen gözetiminde ders görüyor. Bu okulda sadece orta mahallede oturan öğrenciler bu okulda eğitim görüyor. Diğer çocuklar eğitim için Süpandere köyüne gitmek durumunda.
Orta Mahalledeki Okulda 1. 2. 3. sınıfta okuyan toplam 19 öğrenci var.
Öğrenciler 3. sınıftan sonra Süpandere köyündeki ilk öğretim okuluna gönderiliyor. Çünkü 4. sınıftan sonrası için sınıf ve öğretmen yok. Köydeki  öğrenciler, eğitim için Süpandere köyü, Feke ilçesi ya da Kozan iline gidiyor.   Öğrenciler yurtta ya da bir yakınlarının yanında kalarak okuyor.



                                                                       Zehra AKÇAKAYA

  






28 Aralık 2012 Cuma

Yeni Yıl Hediyesi


      Hediye

     Herkeste bir telaş.  Çünkü yeni yıl yaklaşıyor. O mağaza senin, bu mağaza benim misali hesapsızca ve hızlı bir tüketim içinde koşturmaca.  Bu koşturmaca da sahtelik ya da içtenlik ne kadar?

     Sevdiği ve anımsanmak istediği insanlar için bir şeyler alma telaşı içinde oradan oraya koşturuyor insanlar. Bir hediyeyi almış olmak için almakla, gerçekten istediğin için almak çok farklı iki şey. Hediyeyi almış olmak için alarak sanki bir görevi yerine getirmiş oluyorsun.  Ama gerçekten istediğin için alıyorsan, aldığın ne ise ona yüreğini katıyorsun.
     Kaç kişi yüreğini katıyor acaba aldığı hediyeye? Kaç kişi sevdiğinin zevkine uygun olanı bulmaya çalışıyor? Kaç kişi gerçek zevkini biliyor? Alınan hediye  milyon değerinde olur ama içinde sevgi yoktur. Senden bir şeyler yoktur. O nedenle pek değeri olmaz. Maddi değeri fazla olmayan bir çiçek, bir toka, bir kitap alırsın sevdiğine ama içinde sevgin vardır, ruhun vardır. En değerlisi de odur. Hediye sadece bir günü sembolleştiriyor. Sevgiyi ölçmüyor.

    Paraları yeterli olmadığından birbirlerine hediye almak için çok sevdikleri bir şeyden vazgeçen, böylece birbirlerini ne kadar sevdiklerini ve değer verdiklerini gösteren bir çiftin hikâyesini sizlerle paylaşmak istiyorum.

    Ertesi gün yılbaşıydı. Kocasına hediye almasa kahrından ölürdü. Aynada kendine baktı. Saçları altın renkli bir çağlayan gibi parlayarak ve dalgalanarak dizlerine kadar iniyordu. Yerdeki kırmızı tüyleri dökük halıya bir-iki damla gözyaşı aktı. Genç kadın, gözlerinin yaşı kurumadan kahverengi ceketini kapıp aynı renkteki şapkasını başına geçirdiği gibi eteklerini savurarak kapıdan fırladı. Merdivenleri inip sokağa çıktı. "Her çeşit saç alınır" yazısını okuduğu kuaför dükkanının önünde bir süre bekledi, az sonra içeriye girerek;
- Saçlarımı alır mısınız, diye sordu.
Bayan;  bir bakalım, dedi.
Genç kadın şapkasını çıkardı ve altın renkli çağlayana benzeyen saçları aşağı doğru dökülüverdi. Kuaför bayan, genç kadının istediği parayı vererek güzel bir peruğa dönüşecek saçları hemen kesti.
      Genç kadın iki saat pembe bir bulut üstünde uçar gibi, kocası için istediği hediyeyi bulmak üzere dükkanların altını üstüne getirdi. Nihayet istediğini bulabildi. Güzel, zarif, platin bir saat zinciri... Kıymeti, gösterişli süslerinde değil, desenin sadeliğinde ve kibarlığında idi. Bütün iyi şeyler böyle olmalı diye düşündü. Bu zinciri taktıktan sonra kocası artık saatine nerede olsa bakabilir, daha doğrusu bakmaya heveslenebilirdi. Halbuki şimdi o emsalsiz saate, sıradan bir kayışa asılı olduğundan, gizlenerek bakıyordu.
      Genç kadın eve geldi ve aynadaki aksini uzun uzun dikkatle seyretti.
Kendi kendine "Kocam bu halimi görüp de ilk bakışta beni öldürmezse iyi!" diye
düşündü. Yedi buçukta kahve pişirilmişti. Kocası hiç geç kalmazdı. Genç kadın zinciri avucuna alarak kapının yanındaki masanın başına oturdu. Kocasının merdivenlerin ilk basamağındaki ayak seslerini duyunca bembeyaz oldu. Gündelik en basit şeyler için bile dua etmeyi adet edinmişti. "Büyük Allah'ım, yalvarırım sana, ne olur saçlarımı beğendir!" diye mırıldandı.
     Genç adam kapıyı açtı ve içeri girip arkasından kapadı. Zayıf ve pek ciddi bir hali vardı. Gözleri karısına dikilmişti. Genç kadın bu bakışların manasını anlamayarak korktu. Heyecanla;
- Saçımı kesip sattım. Yılbaşını sana hediye almadan geçiremezdim.
Ne olacak, yine uzar. Affediyorsun değil mi? Unutalım bunu, ne olur! Sana
ne güzel, ne hoş bir hediye aldığımı hayal bile edemezsin, dedi.
Genç adam karısına sarıldı ve pardösüsünün cebinden bir paket çıkararak
masanın üstüne attı.
— Aşkım, aldanıyorsun. Saçını nasıl kesersen kes, hiç fark etmez. Sana olan sevgimde hiç değişiklik olmaz. Paketi açarsan, birdenbire neden şaşırdığımı
anlarsın, dedi.
Genç kadın beyaz parmakları ile kâğıdı yırtıp ipleri kopararak paketi açtı. Açmasıyla feryadı basması bir oldu. Gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Paketten genç kadının bir vitrinde görüp uzun müddettir arzuladığı taraklar çıkmıştı. Kaplumbağa kabuğundan yapılmış elmas kenarlı o güzel taraklar işte önündeydi. Renkleri de saçlarına ne kadar uyuyordu! Pahalı olduklarını bildiğinden hiç ümide kapılmadan unutmuş gitmişti. Hiç beklemediği olmuştu şimdi; ama ne çare ki, bu canım tarakları süsleyecek o güzel lüleler yoktu artık. Nihayet kendini toplayarak kocasının getirdiği hediyeleri bağrına bastı. Gülümseyerek kocasına baktı ve;
- Bir tanem, benim saçlarım çabuk uzar, deyip avucunu açarak sevinçle kendi hediyesini kocasına uzattı.
- Güzel değil mi, bütün şehri alt üst ettikten sonra bulabildim, saatini ver bakalım, yakışacak mı?
Genç adam kendini sedire attı. Ellerini başının arkasına koyarak gülmeye başladı.
- Karıcığım, yeni yıl hediyelerimizi bir kenara koyup bir müddet saklayalım. Bugünkü halimize uygun değil. Tarakları almak için ben de kendi saatimi sattım, dedi.
ikisi de şaşkın halde birbirlerine bakıp kahkahalarla güldüler.
  
    İçten olabilmek, sevdiğin için kendine ait olan parçadan vazgeçebilmek gerçek hediye bu işte. Kaç kişi başarabiliyor bunu? Alınan bir şey alınmış olsun diye, yapılan bir iş yapılmış olsun diye oluyorsa mutlulukta sevgide sahtedir. Bu sahtelik bizi kendi içimizde kendimize yabancılaştırıyor.  Bütün bu  maddi çıkarlar içinde esas olan  içtenliği gerçekleştirebilen ve gerçekte yaşayabilenler en mutlu kişiler  işte.

yazamıyorum



Yazamıyorum

Ortalık ıpıssız. Sabahın erken saati. Herkes uyuyor. Bu ıssızlıkta beynimin içi gümbür gümbür. Onlarca kişi bir ağızdan konuşuyor. Ne konuştukları belli değil. Sanki Çarşamba pazarı. Bir yığın çığırtkan bağırıyor yarış edercesine. Kulaklarımda çanlar çalıyor. Düşünmemi engelliyor. Kalabalık olmalı, insanlar olmalı, sesler olmalı. Atmalıyım kendimi kalabalığa. Meşguliyetin içine girmeliyim. Dışarıdaki kalabalık ve her yönden gelen değişik sesler bastırmalı beynimdeki kalabalığın sesini. O zaman düşünebilir yazabilirim belki. İçimdeki küskün duyguları yargılamak istiyorum. Her birini mahkum etmek ve bir bir asmak istiyorum. Mümkün mü?

23 Aralık 2012 Pazar

Küsmesin Güneş


Güneş Küsmüş

Güneşi görmeyince güllerim soluyor
Kaşlarını çatınca hava, yüreğim kararıyor
Güneşi küstürmüşler yine
Kızılını vurmuş yere
Gökyüzü asmış suratını ağlıyor
Bu kanlar neden akıyor

Geçmişten Zaman Dilimi


     Sararmış Gazetelerden Geçmişin Ayak İzi

      Eski dolapları karıştırıyorum. Yıllar öncesinden kalmış tozlu kutular. Geçmişin içinde kayboldum. Fotoğraflar siyah-beyaz. Sararmış eski gazeteler. Eski taş plakları buldum. Çizilmesin diye sarılmış gazeteler sararmış. Ne kadar sevindim anlatamam. Ancak pkap ya da gramofon yok. En kısa zamanda bir gramofon bakmam gerek eskicilerden, bit pazarından. Gazete tarihlerine bakıyorum 1972. O tarihlerde neler olmuş diye yırtılmış sayfaları karıştırıyorum. Aralarından minik gri nokta gibi böcekler çıkıyor. Olsun yine de okuyacağım. Elimi gazetenin üzerinden böcekleri uzaklaştırmak için sürtüyorum. Elim değer değmez eziliyorlar. Yılların sersemliği sanki.
     11 eylül 1972 hürriyet gazetesi. “boğaz köprüsü için 13 bin tel çekildi” yazıyor. Göksu’daki şantiyede hazırlanan üniteler, bloklar, sarmalanmış bir yığın teller ve çizimler var. Benim lisedeki ilk yıllarımı hatırlatıyor. Neler söylenmişti o dönemler köprü için. Bugün ikincisi yetmiyor.
      Erkan Göksel’in haberi. Yaşıyorsa kulakları çınlasın, ölmüşse Allah rahmet eylesin.“Boğaz köprüsü çevre yollarının Ankara asfaltı ile Beylerbeyi arasında ki kısmında, alt yapı işleri tamamlanmıştır. Verilen bilgiye göre alt yapısı tamamlanmış bu yolların asfaltlama işi de ihale edilmiştir. Boğaz Köprüsünün ana taşıyıcı kabloları için gerekli 20 bin 828 çelik telden13 bini çekilmiştir. Boğaz Köprüsünün ana yolu 60 bloktan meydana gelecek ve her biri 150 ton olacaktır. Döşeme blokların eni 33m.40cm.boyu 17m.90cm. yüksekliği ise 3m. olacaktır diye açıklamalar var. Tellerin, blokların ne kadarı  bağlanmış ne kadarı bağlanacak, ne kadar sürecek gibi açıklamaların ardından,  Boğaz Köprüsü’nün ve çevre yollarının Ankara Asfaltı’ndan Barbaros Bulvarı’na kadar olan ilk kısmı Cumhuriyetin 50. yıldönümüne rastlayan 29 ekim 1973 tarihine kadar   bitirilmiş olacaktır. Barbaros Bulvarı’ndan Topkapı’ya kadar olan kısım ise 1974 yılında tamamlanacaktır” diye yazıyor. Okuduklarımı sanki teyid etmek ister gibi internetten girdim ve Boğaz Köprüsü’nün yapılışını adım adım vermiş olduğunu gördüm. Gazetede okuduklarımı canlı olarak izledim. Çok garip bir duygu.
                                        **********************

      Bu haberin hemen yanında bir haber dikkatimi çekti. “sahile yapılan inşaat için Belediye Başkanı ceza ödeyecek” diye yazıyor. Haber aynen şöyle;
      Yeni imar kanununa göre sahile 10 metreden daha yakın yere özel inşaat yapılmasına müsaade edilmeyecek, aksi halde inşaata izin veren belediye başkanı ile ilgili fen memuru 500 ila 5000 lira arasında para cezası ödeyeceklerdir.
     Ayrıca bu durumda sorumlulara bir yıla kadar hapis cezası verilecektir.
     Verilen bilgiye göre Temmuz ayında yürürlüğe giren, imar kanununun bazı maddelerini değiştirerek yeni ek maddeler getiren kanuna göre sahil şeritlerine ancak turistik tesisler amme menfaati ile ilgili inşaatlar yapılabilecektir. Buna göre belediye hudutları dışında köy sahası içinde kalan yerlerde sahil şeridine uzaklığı 10 metreden daha az olan inşaatlar hemen durdurulacaktır.
    Kanunun yeniliklerinden biride İstanbul nazım planının belediye meclislerinden geçirilmesine lüzum kalmadan imar iskan bakanlığınca tasdik edilip yürürlüğe girebilmesidir. Bunun için 1973 yılına kadar bütün noksanlıklar tamamlanarak bakanlığa bildirilecektir. Öte yandan resmi binaların yapılabilmesi için durum valilikler vasıtasıyla ilgili belediye meclislerine bildirilecektir. Üç ay içinde netice alınamazsa imar ve iskan bakanlığı planda dilediği gibi değişiklik yapabilecektir.” Diye bir haber. o zaman Belediye Başkanı kimdi acaba? 
    Şimdi sahil ve imarlarla ilgili cezalar nasıl acaba?